14 Eylül 2009 Pazartesi

NESİN VAKFI

Bugün Aziz Nesin Vakfı'na gittik 5/10 arkadaş...

Önce gördüğüm manzarayı anlatayım sizlere, her yer çamur deryası, kitaplar, yemekhane, tiyatro salonu, mutfak, kütüphaneler, merdivenler, mobilyalar, kapılar, pencereler, ve beyaz eşyalar...

Gerçi Allah'a şükür can kaybı yok bunların hepsi yerine gelir... Tek sigortalı eşyalar kitaplarmış... Diğerleri parasal nedenlerden ötürü sigortalanamamış çünkü çok yüklü tutuyormuş...

Gönüllü kızlar, erkekler, gençler, ihtiyarlar çabalıyorlar ellerinde eldiven, ayaklarında çizme... Bir işçi gibi çalışıyorlar bir kısmı vakfın çocukları bir kısmı gönüllüler, biz içecek su, yiyecek bişeyler yanısıra daha önceden dernekte topladığımız kullanılmış giysilerden bir kısmını yardımı olur düşüncesiyle yanımızda götürdük... Sağolsun Büyüçekmece Belediye Başkanı minibüs tahsis etti bize, Bakırköy Belediyesi de 15 işçisini oraya temizlik için göndermiş... İBB'dan ise kimse yoktu...

Görevli kadınlardan biri götürdüğümüz giysileri "biz çocuklarımıza daima yeni giysiler alıyoruz,bunları geri götürün başkalarının eskisini giydirmiyoruz" dedi... Çok utandım... Hayır asla kızmadım çocuklara karşı gösterilen bu saygı, bu sevgi ve bu özenden dolayı ço mutlu oldum aslında... O giysileri bizede bazı yurttaşlarımız bağışlamışlardı, bir çoğu çok eski, yırttık, hatta kirli olarak gönderilmiş, kullanılmayacak durumda yani, bunun adı yardım mı dersek bence asla değil, ayıbın daniskası... Ya neyse!

Aziz Nesin müthiş bir adam, harika bir vakıf kurmuş, inanılmaz güzel, inanılmaz donanımlı, huzur verici, harikulade!

Bahçesinde meyve ağaçları, çocuklar yetiştirmiş onları, tavşanlar, kediler, kuşlar özgürce dolanıyorlar... Ne yazık atlar selde ölmüş... İçerisinde tiyatro salonu, de kütüphane, araştıma salonları, eğlence odaları, bahçede oyun parkları, duvarlarında çocukların yaptığı resimler, bilim, sanat, doğa ve spor içiçe! Artı çocuklar! Müthiş, şahane, örnek olası bir yer... Her atanseverin, her yurttaş severin, her hümanistin, her doğa severin böyle bir vakıf açması ya da açılmasına yardımcı olması gerekir diye düşünüyorum... Gerçek yurttaşlık budur esasen, gerisi yaygara koparıcılık!

Orada çocuklar hiç kimseden korkmadan büyüyor, ırk, din ayrımı gözetilmiyor, sadece çocuk onlar ve sadece insan!


http://www.nesinvakfi.org/index.php

13 Eylül 2009 Pazar

şimdi


bir sahilde dalgalara bakmak
gece yıldızlara selam durmak
bütün maziyi denize dökmek var
alıp götürsün başka kıyılara
yaşanmış ve yaşanmamış ne varsa
öğütsün yüreğinde bütün yalanları
kızgın maşa alıp eline
dağlasın göğsümde duran sancıyı
yara izini başka bir yara örter misali
iz üstüne iz sürmek var

sibel onbaşıoğlu

bağ

Ne gariptir
Toprağın altında
Kalanla vedalaşmak
Bir daha asla
Göremeyecek olmak
Ne tuhaf!
Ardında bıraktıkları olmasa
Varlığına inanılmaz!
Ölüdür aslında yaşadığını sananlar!

sibel onbaşıoğlu

hüzzam beste


Hayal kırığı batar topuklarıma
Yürüdüğüm yol üzerinde
Artık sevda/sız/lar
Gül dalına düşer
Bir damla düş, ağlar
Rengi sarılık kesmiş
Hüzzam bestelere çalar

İçimde ki beste
Dile gelmez
Aklıma gelenler
Söylen-e-mez

Bin fitne sarmış dört yanımızı
Kan ağlar kızılcık şerbeti içtik deriz
Ne kadar nefret kusuyor olsa dil
Gırtlağında düğüm düğüm olan nedir?

sibel onbaşıoğlu

şahit


iki dünya ne zaman bir araya gelir?
mahşer diye bir yer var mı gerçekten?
hani belki affetmek o zaman mümkün olur
eskiden mahşerde elini tutmayı düşlerken
cehenneme gitse peşinden gidecekken
her günahına kefalet edecekken
şimdi yüzünü görmek istemem
öfke olsa çabuk geçerdi
nefret olsa çoktan biterdi
kin olsa o bile eser giderdi
bu başka birşey...
varlığına şahit değilim artık!


sibel onbaşıoğlu

IRAK güller

bir çocuk yanı başımda
yatağımın baş ucunda
her gece ağlıyor
kanımı donduruyor
bakışları
kulaklarımı yırtıyor
çığlıkları
benden başka kimse
duymuyor

sibel onbaşıoğlu

palyaço

yüzlerce gülümseyen surat
çarkın dişlisine takılmış zerafet
en kötü oyununu sergilemiş
ve perde kapanmış nihayet

en çok kendini kandırmış palyaço
ama en çok eğlendirdiği o değil
bacak arasından yediği beşlikte
hayatının golüymüş üstelik

öyle sıkı tutunmuş kuru dala
çoktan avuçlarından gittiğini bile
anladığında gün henüz ağarmamış
kendi mezarı başında durup
gelmişine geçmişine ağlamış

sibel onbaşıoğlu

kadın'ım


bir kalp çarpıntısı sol yanımda
Havva'dan bu güne, yana yakıl/a
kaç recm geçti başımdan
kaç kürtaja zorlandım biliyormusunuz?

namusu bendim namussuzların
edebi bendim edebsizlerin
kurbanı bendim adaklarının
en kolay beni harcadılar, hiç ses etmedim

doğuştan bir sıfır mağlup başlamıştı
herşeyi üstümde denediler ağzımı açmadım
kime ait olsam onun hizmetine girdim
sukünetimi güçsüzlük sandı mahluklar

sonra birgün dayanamaz oldum acılara
kendi doğdukları yere ihanet edenlere
ayıp diye beni toprağa diri gömerken
vahşetine kılıf uyduruyor, hala anlamıyordu!

kaç kişiyi azad ettim günahlarından
kimi ektim yetişecek insan tarlasına
artık hatırlamıyorum!
belki birgün doğarım ama şimdi uyuyorum!

(ezilen kadınlar için usulca .... )

Hayy


Şehvetin arsızlığı bacak arasında
Aşk sandığı şey kedidir Mart ayında
Yalanır durur edebsiz,
Bir ölü doğurur üç beş ayda

Boğulacaksan birgün aşk ile
Okyanus olsun içerisine daldığın
Bir sinek gibi düşmüş lağım çukuruna
Tutunduğu herşeye bulaştırır

sardunyam

sibel onbaşıoğlu

iyi-kötü-çirkin


(iyi)...

artık herşey göreceli
einstaindan beri
bir timsah kadar iyi biri!

(kötü)

birgün iltifatlar bitmiş
yerini gerçeklere terk etmiş
adını kötü koymuşlar!

(çirkin)

egosuna aşık
karmakarışık
tabloyu çirkine tamamlamış!

davul tozu
minare gölgesi
hayallerin ötesi!

Açılııın :=)




Açtım
Açtın
Açtılar

Açıyorum
Açıyorsun
Açıyorlar

Açılıııın,

Yerim dar oynayamam
Eynim dar zıplayamam

Demokratik tecavüz
Barışçı terörist
Öpücük konduran kuduz köpek
Barış. kardeşlik, beyaz güvercin
Derken hepimiz ensest ilişkidemiyiz
neyiz?

Bir de geldi mini mini serçe
Aç koynuna kuş kondursun

Açma Recep din kardeşiyiz!

sardunyam

gönlü geniş, ruhu gezgin sufi merşeplilerin kırk kuralı


1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !

3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:
Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.


7. kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.


8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.


9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.


10. kural: Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.


11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Ssenden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.


12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.


13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.


14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?


15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.


16. kural:Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.


17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.


18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır


19. kural:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.


20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.


21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.


22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.


23. kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…

24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. kural : Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez kusur örter.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !

33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural : Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !

37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.

Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !
Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..

Alıntı (Elif Şafak/AŞK) mutlaka okunmalı!

12 Eylül 2009 Cumartesi

hamdolsun

TEGET GECTİ HAMDOLSUN

Amerika'da kriz çıktı
Avrupa'da dalga yaptı
Dünya'da tsunami yarattı
Ülkemizi teğet geçti hamdolsun!
Sus dediler, höt dediler
Yumağa dolaştı kediler
Ananı da al-git dediler
Alıp gittiler hamdolsun!
Okunmuyor kitap, diziler revaç
Çarklar dönmeyince, çalışanlar aç
Simdi ekranlarda desti-izdivaç
Özelimiz genel oldu hamdolsun!
Amerikan krizi ekonomiktir
Avrupa'nın derdi sosyolojiktir
Türkiye'nin krizi psikolojiktir
Hastalığımız komik çıktı hamdolsun!
Egemenlik bağımsızlık geride kaldı
Emperyalist işgal silahsız geldi
Ayarlı aydınlar özür diledi
Efendice teslim olduk hamdolsun!
Yeşil alanları imara açtık
Toprağı Batıya-Arap'a sattık
Fabrikayı- işletmeyi kapattık
Alış-veriş merkezleri açtık hamdolsun!
Kredi kartıyla meşgul vatandaş
Halkımız uyurken büyüdü yandaş
Birbirine düştü kardeş, arkadaş
Borcumuz beş yüzü aştı hamdolsun!
Tas tas çorba verdik Ramazanlarda
Torba torba kömür verdik soğukta karda
İşler tıkırında oylar sandıkta
Gene işimizi gördük hamdolsun!
Bir şeyimiz yoktu gemicik aldık
Garip gurebanin umudu olduk
İnançlı insanları kaz gibi yolduk
Uçmadılar, kaçmadılar hamdolsun!
Dişli-Dengir-Gökçek rahmetlik oldu
Milleti uyardı Kılıçdaroğlu
Amerika'dan simsiyah bir güneş doğdu
Yıkılmadık ayaktayız hamdolsun!
Söyledik millete üç çocuk yaptı
Partilim yandaşım ihale kaptı
Altı milyon seçmen bir yılda arttı
Ölüler de seçmen oldu hamdolsun!
Yola devam dedik yoldan çıkıldı
En pahalı benzin bizde satıldı
Oy veren yurttaşa kazık atıldı
Daha uyanmadı millet hamdolsun!
IMF'eyse Standbaylar yapıldı
Çaktırmadan ümüğümüz sıkıldı
Türkiye'ye Washington'dan bakıldı
Oğul-damat zengin oldu hamdolsun!
Ordu-yargı tartışıldı yıprandı
Her alanda bölünmeler hızlandı
Haşim Başkan istifaya zorlandı
Yargıçlar da ayrı düştü hamdolsun
Büyük Ortadoğu Projesine Eş-başkan olduk
Filistin'de Irak'ta istikrar bulduk
Amerika-İsrail el ele verdik
Orantısız güç kullandık hamdolsun
İhaleler birer birer kapıldı
Gazeteler yandaşlara satıldı
Bush'un üzerine pabuç atıldı
Kafasını teğet geçti hamdolsun!
Çok konuştuk laf olsun torba dolsun
Nabza göre şerbet verdik seçmenin gönlü olsun
Oylar bizim, para bizim, iktidar bizim olsun
Millet bize duacıdır hamdolsun!
İspanya'da Tayip-Zapo öpüştü
Filistin'de uygarlıklar çatıştı!!!
Katil Amerika insanlıkla savaştı
Dünya bu gerçeği gördü hamdolsun!
Atma Recep seni kardeş belledik
Sana uyup Çankaya'yı Gülledik
Mustafa'yız böyle gördük, belledik
Özümüz sağlamdır, haberin olsun!!!

MUSTAFA DURNA
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
ANTALYA ŞUBE BAŞKANI

merhaba

Sayın bayanlar baylar merhaba
Sayın olmayan bayanlar baylar sizlere de merhaba ..
Bindiği dalı kesenler
Öksürüğe göre esenler
Çabuk kırılıp küsenler
Kendi yağlarıyla kavrulanlar
El kapılarına savrulanlar, merhaba.
Merhaba bal börek
Merhaba zehir zemberek
Konuşurken mangalda kül bırakmayanlar
Halka talkın verip kendileri salkım yutanlar
Dönme dolaplar, çarkıfelekler
Sayın dönek.
Bay fırıldak ..
İlericiler, gericiler
Ben demiştimciler
Neme gerekirciler
Hepinize merhaba.....
Düşükler, kalkıklar, düşecekler
Düşecekleri yerlere tırmananlar, merhaba.
Aslanın ağzındaki ekmek
Kendinden başkasına yarayan emek
Zemzem'den kutsal alınteri
Göz nuru, gözümün nuru
Caaanım efendim, merhaba.....
Merhaba ulan kör kadı...
Merhaba.
Ey, düşüp takkesi keli görünen
Hak deyip halk cebinde eli görünen
Ali'nin başından Veli'nin başına
Veli'nin başından Ali'nin başına geçirilen külah
Tek sigortamız : Maşallah
Tek umudumuz : İyi olur inşallah ....
Merhaba.
Ey sırça köşkte oturup da komşusuna taş atanlar
Teker kırıldıktan sonra yol gösterenler
Vakitsiz öttü diye başı kesilen horoz
Suyu pisletti diye kurdun yediği kuzu
Uyan artık heey,
Üsküdar'da sabah oldu .....
Merhaba.
Gözünün üstünde kaşın var dedirtmeyenler
Üstü bıyık altı sakal diye tükürtmeyenler
Mersin'e tersine gidenler
Ey, dokunulmayan zülfiyar ....
Merhaba.
Merhaba, verilip de tutulmayan sözler
Merhaba doymayan gözler
Merhaba dolmayan göbekler ....
İskemleler, işkembeler, merhaba.
Yurdumun ağaçsız toprakları
Topraksız ağaçları İnsansız topraklarım
Topraksız insanlarım ....
Merhaba özgürlük yolunda yaralanıp yitenler
Merhaba bu yolda dökülüp bitenler
Merhaba söylenmemiş en güzel söz
Merhaba güzel yarınlar
Merhaba güzel yarınlar ......
İşte girdik alana
Selam verdik dört yana
Sözümüz anlayana
Merhaba.....................

"Bir GENCO ERKAL Siiri "

kaf


toprak iken can
varıp gidip
yok olurum mu sanırsın
izin kalır yeryüzün de
istesende gidemezsin

ruhumla can verip tenine
gönül gezegenim de
seni doğurdum
izin kaldı içimde
istedin de gidemedin

korku dağları deler
benlikten geldin
"hiç" olursun belki
yok olamazsın

bir kere var olmayagör
andan sonra yokluk haram

toprak olur ten
rüzgar olur nefes
seni içine çeker
senden doğar
artık istesende ölemezsin


sibel onbaşıoğlu

naaa!


mozaikliyorlar sigarayı

buzlu camlar ardına

ne de iyi yapıyorlar!

tuzlayım da kokmayasıcalar

kalbura bastım

çekirdek çitleyesi geldi

orostopozun

vesikalı kadınları sevmez bu toplum

en sevmeyenleri

onların yatağında en çok yatanlar

üstelik

sigarayı mozaiklerler

fakat tecavüz serbesttir!

mum kokar bacak araları

çocuklukları kaçmıştır içlerine

korkunç gözleri vardır

fitne fesat içinde!


sibel onbaşıoğlu

düş/ten


küçük bir kız çocuğu

elinde

ana karnında

kazandığı minicik kalbi

neşesi yüreği ortasında

koşuyordu

mavi salkımlı kırlara

kırmızı bir deniz göründü ufuktan

gökyüzü sararmıştı kahrından

o hiç tanıdık gelmeyenen

eski arkadaşı değil miydi?

ne olmuştu?

sanki kalbi ağrıyordu!

koşarak geldiği dağlardan

aşağı inmesi mi gerekiyordu?

zirvesine dokunamadan!


sibel onbaşıoğlu

ko(R)ku


hangi aşka başımı çevirsem

tanıdık ko(r)kular

alıyorum

hangi aşığa

nasihat etmek istesem

yaşamadan

anla(şıl)maz diyorum

koy ver gitsin ko(r)kularını

ne yaşarsa yaşasın

içinden ihanet geçse bile

her yol bir yerde biter

bitmeyeni daha hiç yaşanmamıştır!

doğurduğun senindir

sancıların bereketidir

can kadar kıymetli(n)

kan revan içinde(n)

çıkmadan...

acı ve aşk yaşadım

diyemezsin!
sibel onbaşıoğlu

sav


çiçekti adı

adı çiçektendi

önce yaprakları döküldü

sonra üzerinde ateş söndürüldü

öyle ıslaktı gözleri

yanmadı

çocuk gibi

anasının koynuna saklandı

bir mavi kuş oldu ruhu

dolaştı kızıl kıyıları

bir Çernobil faciası gibi

yirmisekizyıllık hicrana yayıldı acıları

kendi seçmişti ünlü alışveriş mağazalarından

üstüne olacak olan sancıları

ödemeyi peşin yaptı moda olan aşk acılarıydı

geldi geçti

hevesler tükenmiş

küller közlenmiş

cesetler mumyalanmıştı


amen

şiir değil


şiirlere küstüğümden beri,

şiiri küstürdüğümden mi nedir?

öyle anlamsız geliyor herşey

bir ressam hevesindeyim

resimden anlamayan!

şahane resimleri berbat ederim...

kelimeler ile ne çok haşır neşirdim

her gece ben çalardım,

onlar söylerdi

şimdi ağzımdan çıkmak istemiyorlar

öyle susmak isteğindeyim...

öyle suskunlaşmak...

öyle yalnızlaşmak istemekteyim...

bir şey sanılmaktan yoruldum

hiç olmak istiyorum...

fikr-i zaruriyetimle,

ruhları yaralı olanlar

sustuğum da

ne sanıyorlar...?

suskunluğum...

ifadesizlik değil,

çekingenlik hiç değil,

mutsuzluk sanılmasın

o hiç mi hiç değil...

kelimelerin kifayetsizliğini

keşfettiğimden

susmaktayım...


susmaya devam etmekteyim...

defter


anandan doğduğun gün

veriyorlar eline kara kaplı bir defter

doldur diyorlar

yaşayarak

sayfalarını

hayat seni kanırtarak

kan, ter, alın yazısı

karıştırıyorsun mürekkebini

yazdıkça şekilleniyor defter

doldukça silmek istiyorsun

silinmiyor yazdıkların

başka bir sayfa açmak istesende

geçmişi yerinden söküp atamıyorsun

bu yüzden herkes

sonunda kendisine sahip çıkıyor

bir avukatıda olmuyor üstelik

gönül en azılı suçlu bu işte...

kırık pencere


ıssız bir karanlıkta

sokak lambasının

yanmadığı biranda

ıslık çalıp karanlığa

geçerken,

pencerene bakıp

iyiliğini dilerken

sırtımda bir bıçak acısı içime işliyor,

bir damla kan akmadan

dönüp bakıyorum

sensin!

işte bu daha çok acı veriyor!


Sibel Onbaşıoğlu

biliyor


bilmediklerimizi

bildiğimizi sandıklarımızı

bildiklerimizi (!)

düşününce...

ne kadar az/gın olduğumuzu

ağzımı mühürleyip

tek kelime etmeyesim geliyor!


Sibel Onbaşıoğlu

tufan


dünyanın sonu gibi birşey

gri bulutlar kaplamış dört yanı

korku iliklerde,

gözlerde,

yüreklerde

bir başka mahluk olmuş

bedenlerde

değiştiremediğine inandırılmış

küçük bir oda içerisinde

bir dünya yaratılmış

oysa;

kuşlar

balıklar

kediler

hala özgür!


Sibel Onbaşıoğlu

rüya


kar yağarken

aklımdan geçen

kelimelere küs

düşlere mahpus

kendimden kaçar

söyleyeceklerimi

unuturum

anlamadın, yazık

şimdi ise umudum yok

yalan bu kadar kuşatmışsa

sahiden...

tutulacak sözde kalmamıştır.

bir rüya gördüm

dün gece

fakat anlatacak

heyecanımda yok!

ne garip,meğer herşeyimi

alıp gittiğini bile unutmuşum!


Sibel Onbaşıoğlu

düş perisi


doğduğunu bilen

ölmekten korkmaz

o hesap korkmam

ölmekten,

aslında ne gökgürültüsünden

ne karanlıktan

hatta ne kavgadan

ne de yalnızlıktan korkmadım

hurafelere hiç inanmadım

korktuğum

incitilmekti, incitmemişken

kırmadan, kırılmaktı,

onlarıda kabullendim yeniden...

fakat hala bir korkum var

özgürce çırpamamak kanatlarımı

üstelik hava bahar havası olduğu halde

ve bulutlar bembeyaz

gök masmaviyken...

hayalerimden bir uçurtma yaptım

kuyruğuna seni bağladım

benimse zaten kanatlarım var!


Sibel Onbaşıoğlu

kozmik aşk


gözleri bir kara delik,

baktıkça içinde kaybolduğun!

neresinde duracağını bilmediğin!

savrulup durduğun,

tuhaf bir haz alarak,

mahvolduğun...


gözleri bir kara delik,

simsiyah...

siyahtan daha siyah...

kör edercesine,

içine çekercesine,

kendini teslim edercesine,

tutulduğun...


kozmik bir aşk

içinde her şey var,

acı, ihtiras, kaçış, kavga

savaş, barış, vefa,ve mezar...

mabeti bile var,

ibadet edercesine tapındığın,

tanıyacak zaman yoktur üstelik...


gözleri bir kara delik

bir kere kapılmaya gör


gözleri ve sen

evren ve sen

seni çıkar aradan

gözlerindesin, sen!


Sibel Onbaşıoğlu

aynadan geçtim


aynadan geçtim

yolunu bulamamış ruh,

tenine uyamamış can,

yüzüne bakamamış göz,

göğsüne yatamamış baş,

düşünü çalamamış peri,

parmaklarına dokunamamış el,

rengini bulamamış gölge,

doğamamış güneş,

dolunamamış ay,

kayamamış yıldız,

tutulamamış dilek...


ayna tutuyorum boyuma

etimi budumu arşınlıyorum

kaç okka gelir günahlarım,

sevaplarımdan bir kafes yapılabilir mi?

timsahlardan korusun!

öc alma peşinde miydim?

nefretten zırh kuşansam,

intikam almakla uğraşamam...

söve söve,

saya saya,

dizimi döve döve,

unuturum...


Sibel Onbaşıoğlu

çöz beni


soldan sağa beş harf

alttan yukarı beş

neresinden tutsan beşte beş

çöz beni beş bilinmeyenli

denklemlerden

çöz beni bağlandığım iplerden

çıkar beni düştüğüm

kuyulardan

bul beni girdiğim

kuytulardan

duy beni sustuğum yerden

azad et ruhumu

esaretinden

kayıp şehir

kayıp ruhlar

yeni dünya düzeni

aşkın ırzına geçişler

parmak uçlarımda iz

göz kapaklarımda sis

kulaklarımda çınlama

ve sen şimdi en uzaklarda

göz bebeğinden düşen

bir damla tuzlu rakı

içtim aşk badesini

yandım, kandığım aldanışa

sen, eski sen değilsin artık

şimdi çöz beni

kanat çırpayım

mavi ufuklara...


Sibel Onbaşıoğlu

11 Eylül 2009 Cuma

içimden geçer


aşkı defnettiğim günden bu yana

her gece rüyama girer küçük bir çocuk

kapımda ağlar!

bir güneş doğumu vaktiydi

bir hoca sela getirdi

bir vaiz, vaaz eyledi

aşk huzurdan çekildi

şimdi ben hala İstanbul'da

İstanbul'la,

İstanbul'ca

kaybolup gitmekteyim

bitkisel hayatta beynim

bir şeyimi bağışlamış değilim

kalbimi almak istediler

içinde sen varsın diye

vermek istemedim!

benden bana hakkım geçmedi

senden yana baktım geçmedin!

aşk uykusuzaşk huzursuz

aşk onu doğuracak bir ana bekliyor!

bu zamanda analarda umarsız!


sat gitsin!


Sibel Onbaşıoğlu

Afganistan'da İnsan Olmak

O yürürken, içinde ne olduğunu gizleyen giysi ile ayaklı mahpushanesine kilitli kalan kadınlar, birileri böyle buyuruyor ve öyle olmasını istiyor diye insan olmaktan uzak tutulanlar, yüzünde sakal bırakmamak gibi bir lüksü bile olmayanlar...

İnsanlar...
Mahsun, yoksul, aç, cahil ve prangalar içinde...

Birileri ellerinde silah tepelerinde beklemekte...
Önce heykellere düşman oldular, yakıp yıktılar sanata dair ne varsa, şeytanca diye...

Ayakları çıplak, geri kalanları örtüler içinde...

Birileri aya üs kurarken, kendi vatanlarında esir yaşar bazıları...

Ne diye, kimin için ve nasıl?

Özgürlüğün kıymetini özgür olanlar bilmez...

Güneşin kıymetini güneşi görmeyen bilmez...
Bir yangın yeri Afganistan...
Bir felaket diyarı, Allah'ın askeri olduğunu sananlar ile Allah'ın kullarını köleleştirenler...

Nasıl bir anlamsızlık, nasıl bir akılsızlıktır bu, bu yüzyılda, nasıl oluyor bütün bunlar? Kadın sadece elleri görünür oda kadınlar içindeyse ve çamaşır yıkıyorsa...

Adam sakal bırakır, buna zorlanmaktadır...Ne diye?Birileri dinen böyle uygun görüyor diye...

Allah'ın güzel yarattığını, çirkinleştirir insanlar ki kendi kalplerinde olan çirkinlik evrene yayılsın diye...

Öyle karanlıktır içleri güneşe tahammülleri bu yüzden yoktur...

Mayın tarlalarında bir hiç uğruna bedenlerinden bir parça uzuv bırakırlar...

Korkudan hiç bir şeye ses çıkaramazlar...Ölüm böyleleri için özgürlüğün diğer adıdır...

Afganistan'da kadın olmak
Afganistan'da erkek olmak
Afganistan'da insan olmak
Artık mümkün değil.

Sibel Onbaşıoğlu

aklın sınırında


ölüm kokuyorsun

her kokladığım da sevgili

zoruna gitmesin

ölümden başka gerçek görmedim

dudaklarım her değdiğinde alnına

soğuk bir mermer dokunuyor yüzüme

parmak uçlarınsa kitlesel imha

kavrulmuş bir yürektir

nefes aldığın da içine dolan

soyutla kendini öğretilmiş ayıplardan


Sibel Onbaşıoğlu

gerçek


kırıklarım gerçekti

hafife alışınız ondandı

onaramayışım

unutamayışım

bundandı

kırıklarım gerçekti

basite alışınız ondandı

konuşurken duymayışınıza

paylaşırken almayışınıza

bakarken görmeyişinize

kırılışlarım bundandı

fakat siz hafife alırdınız!

ben birgün bana dedim ki!

beni anla,

beni duy,

beni gör!

bana benden daha yakını bulamayacaksın!

o günden bugüne

yaralarımı kendim yalamaktayım...



kırıklarım gerçekti
ve ben kendimi hafife almadım!
Sibel Onbaşıoğlu

tersyüz


yalancı cennetin
hayalet melekleri
kürtaj ettiler bütün dinleri
kutsanan ile kutsal olan
karışır birbirine
ruhsuzdur tapınak şövalyeleri
kral çıplak onüçüncü fi tarihinden
yüreksiz doğdu el öpüp, etek tutan
mezun oldu, şarlatan akademisinden

sosyal gazi


olduğu gibi kabul edersen sana sunulanları


hayat güllük, aşk gülistanlık, dünya halleri


doğuştan kusurluysan eğer,


bir türlü oturmuyorsa yerine taşlar


ağırıyorsa başın


fedakarlığının sınırı yok sanıyorsan


tükenmeyecek gibi geliyorsa sabrın


olmalı diyorsan,


daha iyisi


daha güzeli


ortalama olamıyorsan eğer


uçlarını seviyorsan duyguların


bıçak sırtında, çıplak ayaklarınla


dişlerini sıkıp, geçmesini istiyorsan zamanın


her defasında duvarlara toslayıp


açılan dil yaralarını, onarmak için


saklanıyor musun?


bedeninin dengesi bozulup


travmalarında kimselere görünmüyorsun


derken susmayı öğreniyorsun


fakat susmalarında başka


verdiğinde alırlar, kıra kıra


elleri göklere uzanan dallar gövdesi dünyanın merkezinde çakılı


bir ağaç gibi, karşılıksız meyvelerin


kendini koşulsuz sunuyorsun


yaralarının üstüne dövmeler yaptırıp


mağrur ve dik duruyorsun


bağırsam dağları titretirim sandığı nefesi


artık kendine yetmez oluyor


gözlerini yumuyor


içinden bir şarkı mırıldanıyor


çağırışları duymuyorsun


belki bir dostun eli omuzunda


yol gösterip der, gösterir sana yapman gerekeni


eline verdikleri neşteri"deşmek içinde irin tutmuş nefreti"


senin dokundur yine seni iyileştiren


tutmayacaktır bir başkasıyla hücrelerin


benzer yaralar açılmış olsada vücutlarında


yaralara kabuk bağlayan kendi tenindir,


bir mayıs sabahı gelir


açık tutarsanbaharı koklar


yeşerirsin yeniden


kolların göklere uzanır


köklerin dünyanın merkezinde


Sibel Onbaşıoğlu

batoz





Ne kalbime dokunur sözleri


Ne anlamı olsun yalanların


Değil aklımın bir köşesinde


Ayak bastığım kaldırım taşında bile


Dolaşamaz hayalleri


Taşacak gibi olur kaynayan kazan


Olgunlaşmamış ham bir meyva olsa


Kurtlanır, aklımda!


O kadar uzak...


Nereye koysun kendini,


İki şiir yazıp


Yutacak olduğunu sanıyor


Arzuhalleri,


Adını anacak olsa gönül


Adını bilmesi gerekir,


Boğacak mı kendini?


Zehirli sarmaşık


Tehlikeli sularda


Pandoranın kutusunu açar


İçinden kudurmuş bir it çıkar!

sırn-aşık


"Ne garip,

Bir yalana tutunmuş olmak

Trajediler yaratıp kendine

Tuhaf orgazmlar yaşamak

Orgazma tapınmak!"


Ölümsüz hayaline aşıktı adam,

Bir ceset aramaya başlayıp,

O kadını yaratacaktı!

Öyle ütopikti düşleri/düşünceleri

Duymak istediklerine açıktı sadece gözleri

Görmesi mümkün olanı, ısırırdı dudaklarıyla

Öyle acınası,

Ve o kadar ucube


Saçma!

Öpülesi şeytanlar gibi

Çığlıklarıyla tahrik edici

Kurgusal, kabare ve hatta komedi!


Kadın hayaliydi,

Hayalden ibaretti

Öyle gerçek sanmıştı ki,

Kadın, düş ipiyle intihar etti!