2 Mayıs 2010 Pazar

ses

ses

Dalgınmışım
Yorgunmuşum
Kırgınmışım
Kızgınmışım
Deliymişim
Huysuzmuşum

Evet dalar giderim çoğu zaman, baktığım boşluğu görmeyecek, yanımda konuşulanları duymayacak, anlatılanları anlamayacak kadar üstelik...

Dalıp dalıp gitmelerimin, yolda karşılaştığımın yanından kör gibi geçmelerimin nedeni bu arsız ruhum...

Ne düşünüyorsun bu kadar diyorlar, çoğu kez altında başka manalar arayarak!

Oysa aklım nerelerde!

Şimdi ben buradayken, böylece duruyorken, dünya dönüyorken işkence görmekte olanların çığlıklarından, tacizci amca, dede, baba, abi v.s. ile karşılaşan küçücük çocuğun korku dolu gözleri ile gözüme bakmasından, töreydi, namustu, namussuzluktu, esasında günah keçisi bulmaktı adı ya işte o cinayetlere kurban edilen, onlar ölürken derin bir ohh çeken ERKEK(!)lerin vurduğu kadınların, ellerime tutunmaya çalışan buz kesmiş ellerinden, Kanadalı kürk avcılarına bebeksi gözleri ile bembeyaz bakarken, başlarına yedikleri sopaların acısını ensemde hissettiğimden, arabaların altında kalıp can çekişen sokak kedileriyle ruhum ezilirken, midem bulanırken, başım ağrırken sigaradan bir zehirli nefes daha çekerek dalıyorum işte...

Küsüyorum işte...

Ya hiç görmemek bir ödüldü başkalarına
Ya herşeyi görmek bir lanetti benim gibilere...

Suçlular ödüllendiriliyorken, masumların darağaçlarına gönderilmesinden nefret ediyorum...

Allah diyen dillerin altında saklanan şeytanların pis kokulu yalanlarından tiksiniyorum...

Koca koca kodamanların, yüksek yüksek kürsülerde "cağız, ceğiz, cektik, caktık" demelerinden kulaklarımı tıkıyorum...

Hüseyin Üzmez’lerden, onu aklayanlardan, taciz ettiği çocuğa "psikolojisi bozulmamıştır" raporu verenlerden, vicdanları sızlamayanlardan, utanmayanlardan ya sabır çekerek dayanamıyorum...

İnsanların vicdanını sömürerek paralarını bağış adıyla alıp menfaat sağlayan Deniz Feneri gibi kirli kurumlara tahammül edemiyorum...

Güneydoğulu çocukların çıplak ayaklarını görmeyen, onların üzerinden siyaset yapan politikacıların boğucu seslerine irkiliyorum...

Dünyanın her yerini kan gölüne çeviren çocuk katili devletlerin, palavrayla şov yapan başkanlarından gözlerimi kapatsamda kaçamıyorum...

Geceleri insan etiyle beslenip, gündüzleri insan hakları savunucusu kesilen vampirlerle aynı havayı solumamak için nefesimi tutuyorum...

Hayvan katliyamları yapan avcılardan, kurtaramadığımız her canlının vebaliyle uykusuz kalıyorum...

Üzerinden araba geçen sokak köpeğinin sakat bacağını sürüye sürüye kaçmaya çalışırken baktığım, beni delip geçen gözlerinin ateşinden sıtmalanıyorum...

Beş yıldızlı otellerde, lokantalarda ya da lüks evlerinde şımarıklık edip çöplere atılan yiyeceklerin varlığından haberdar olmayan, açlığın acısı ile herkesin aç
olduğunu sanan Afrikalı çocukların hüzün dolu bakışlarından korkuyorum...

Annesi, babası bir hain kurşunla kurban giden çocukların topladığı mezarlık güllerinin kokusuyla dağlanıyorum...

Bütün dünyada hergün aç uyuyan milyonlarca insanı görmeyenlerin hayrına yaptırılan ektra süper lüks camilerle hidayete ereceklerini sanmalarını anlayamıyorum...

Papa bilmem kaçıncı şeyin, dışına giydiği beyaz örtünün altında sakladığı zalimliklerin farkedilemeyişinden bağırmak istiyorum...

sonra böyle dalıp dalıp gidiyorum

Ekim 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder