2 Mayıs 2010 Pazar

yok/um aslında ben!

Yoksulluk ve yoksunluk aynı şeyler değil. Yoksulluk giderilebilir birşey ama yoksunluk ebedi olabilir...!

Aynaya baktığımda yüzümde korkunç bir olgunluk, sonsuz bir durgunluk, anlamlı bir bakış görüyorum artık. Ne kadar çok biriktirmişim meğer... Çok eskiden yılda bir kaç kez boşaltırdım tavanaralarımda kalanları, biriken tozlanan örümcek ağı bağlayan duygularımı... Şimdi hissizim... Morfin yutmuş gibi... Halsizim...

Geçenlerde hiç tanımadığım ve beni ilk kez gören biri "gözlerinizde korkunç acılar var gibi, bakışlarınız insanda tuhaf bir korku duygusu yaşatıyor" dedi... Gidip aynaya baktım... Oysa saklıyorum içimdekileri sanmıştım... Sizin mesleğiniz nedir diye sordum, psikoloji okudum ve danışmanım dedi... Artık yüzümde ve gözlerimde durağan bir acı kalmış, görüyorum onu kendime her baktığımda...

Dünya böyle bir yer, hepimiz aynı yollardan geçiyoruz fakat o yol herbirimizde farklı izler bırakıyor... Hepimiz aynı filmi izliyoruz fakat film hepimizde başka hisler uyandırıyor... Hepimiz insanız ama parmak izlerimizin olduğu gibi, duygularımız, hislerimiz, düşüncelerimiz bambaşka... Bütün kahverengi gözlüleri nasıl katagorize edebilirsiniz hepimizin gözleri başka bakar evrene...! Nasıl diyebilirsiniz gözleriniz başka renk ayrışın ve yeryüzünün bütün kahvegözleri birleşin? Olabilir mi?

Hep tek ve yageneyiz ancak bir o kadarda bir arada... Nazım’ın da dediği gibi bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşce...

İnsanların gözlerine bakın, orada saklı bulacaksınız duygularını... Korku salıyorlar üstümüze... Korku sindirir insanları, korku yıldırır... Duygularınızı derin donduruculara kaldırmayın içinizde saklamayın hissettiklerinizi... Kaçırmayın birbirinizden gözlerinizi...

Geçmişimizdir öğretmenimiz, yaşlanıyoruz yaşıyoruz, biz zamana ve mekana mahkum edilmişiz... En çok bedenimizin esiriyiz, en çok bedenimize tapınıyoruz... Vazgeçemiyoruz onun komik ve tuhaf egolarından, her geçen gün biraz daha esiri oluyor aklımız... Oysa salt akıl öyle mi?

İnsana acı verende bedeni değil mi? Küçük kazalardan tutun, aşk acısına kadar en çok neremiz acır? Kimi acıya, kimi zevke tutunuyor böyle... Ama illaki bedenine... Ehlileştiremediği yegane hayvan insanın ta kendisi... İşte önümüzde bir bayram bayramın adıda kurban... Neye, kime ve nasılını düşününce bile insanım diyenin midesi bulanıyor... Aslında her insan kurbanıyla sadistçe duygular yaşıyor... Belkide hiç farketmeden...

Kaç kişiyi kurban ettiniz kendinize geçmişinize dönüp bir sorun bakalım?

Bedeninize daha nice yeni hazlar, yeni acılar ve yeni tatlar katacaksınız kimbilir, daha kaç kez ağlayıp kaç kahkaha atacağız kimbilir? Hatta daha neler öğreneceğiz yaşadığımız sürede, sonra gözlerimize kaç yeni yaşanmışlık çiziği atacak hayat kimbilir?

Gidip aynaya bakmayacağım şimdi, gözlerimin yorgunluğu uykumu getiriyor vakitsiz uyumak istemiyorum malum zaman esasen uyanma zamanı, açıp gözlerimi kocaman kocaman etrafıma bakıyorum...

Sessiz, sakin ve yorumsuzum...

23 kasım 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder